ANKARA (AA) -

TİHEK, Esed rejiminin devrilmesinin birinci yıl dönümü dolayısıyla rejim tarafından işlenen insan hakları ihlallerini görünür kılmak ve adalet arayışına katkı sunmak amacıyla hazırladığı raporu yayımladı.

Rapor, 'Devrimin ardından Beşşar Esed ve rejim yetkililerinin işlediği ihlallerin uluslararası mekanizmalarca soruşturulmasının bir adalet gereği olduğu ve bu ihlallerin sistematik biçimde belgelenmesinin önem taşıdığı' gerekçesiyle TİHEK'in kurduğu özel komisyonca hazırlandı.

Komisyonun raporlama süreci kapsamında Gaziantep'te, Sivil Hukuk Derneği (Sednaya Hapishanesi'ndeki Tutuklular ve Kayıp Kişiler Derneği) yetkilileriyle görüşmeler gerçekleştirildi, mağdurların yaşadıkları ihlallere ilişkin tanıklıkları alındı.

Ayrıca Halep, İdlib, Şam, Humus ve Hama'ya yapılan saha ziyaretlerinde Sednaya ve Al-Balouna hapishanelerinde incelemelerde bulunuldu.

Heyet, 16 bin kişinin gömülü olduğu tahmin edilen Han Asel başta olmak üzere çeşitli toplu mezarları kayıt altına aldı, kentlerdeki yıkımı belgeledi. Zorla yerinden edilen siviller, bombardıman mağdurları, Doğu Guta'daki kimyasal saldırıya maruz kalanlar ve saldırı sırasında ilk müdahaleyi yapan kişilerle görüşerek ifadelerini topladı.

Sednaya Hapishanesi'nde uzun süre tutulan mağdurlarla birebir görüşen heyet, hapishane koşullarını yerinde inceleyerek insan hakları ihlallerine ilişkin delilleri tespit etti. Mağdur ifadeleri, Esed rejiminin uyguladığı insanlık dışı işkence yöntemlerini ayrıntılarıyla ortaya koydu.

Dört ana bölümden oluşan raporda, uluslararası raporlar, araştırmalar ve komisyon üyelerinin sahadan topladığı bilgi, belge ve görsellerle ihlallerin boyutu ortaya konuldu. Suriye'de vahşete tanıklık eden mağdurlarla yapılan görüşmelerin ayrıntılı tutanaklarına yer verildi.

'Evinde kalana varil bombası, dışarı çıkana da tarama yapıyorlardı'

Raporda, 2012 tarihli Suriye Anayasası ile ülkenin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların hiçe sayılarak sivillere ağır zararlar verildiği vurgulandı. Çatışmaların başlangıcından bu yana ortalama 600 bin kişinin hayatını kaybettiği, bu kayıpların yaklaşık 300 bininin sivil olduğunun belirtildi.

İç savaşın başladığı 2011'den rejimin sona erdiği 2024'e kadar yaşanan sivil ölümlerinin önemli bir bölümünün toplu katliamlar şeklinde gerçekleştiği aktarılan raporda, tanık ifadelerine göre rejimin muhaliflerin varlık gösterdiği bölgeleri 'insansızlaştırmaya' dönük bir politika benimsediği ifade edildi.

Yerinde yapılan incelemeler ve alınan tanık ifadeleri, Esed rejiminin sivilleri hedef alan saldırılarda sıkça varil ve misket bombaları kullandığını, ayrıca kimyasal silahlara başvurduğunu ortaya koydu.

Han Şeyhun ve Doğu Guta'daki kimyasal saldırılar, şehirlerin harap edilmesi ve milyonlarca kişinin yerinden edilmesi, raporda insan hakları ihlallerinin en somut örneği olarak gösterildi.

Azez kamplarında yaşayan C.A, rapordaki ifadesinde, üzerlerine uçak ve top atışlarıyla yoğun bombardıman başladığını, kış ortasında sadece üzerindeki kıyafetlerle evlerinden çıkmak zorunda kaldıklarını belirtti.

Yaklaşık 180-190 sortilik hava saldırısına maruz kaldıklarını anlatan C.A, komşularının füze ve varil bombalarıyla hayatını kaybettiğini, göç sırasında helikopterlerin taramasının en büyük zorluk olduğunu belirterek, 'Evinde kalana varil bombası, dışarı çıkana da tarama yapıyorlardı.' dedi.

Kimyasal silah kullanımına dair tüm kanıtları yok edilmeye çalışıldı

Han Şeyhun'daki kimyasal saldırının tanıklarından ve mağdurlarından avukat M.H. ise kentin devrim sürecinin başından bu yana birçok bombardıman ve katliama maruz kaldığını anlattı.

Kimyasal saldırıda 100'den fazla kişinin yaşamını yitirdiğini, 500'den fazla kişinin yaralandığını söyleyen M.H, çoğu çocuk olan sivillerin sarin gazı nedeniyle boğularak öldüğünü, bazı ailelerin tamamen yok olduğunu kaydetti.

Raporda, tanıkların ifadelerinde varil bombalarının diğer yasaklı kimyasal silahların izlerini kaybettirmek amacıyla kullanıldığının da belirtildiği aktarıldı.

Suriye Sivil Savunması'nın Duma bölge sorumlusu olan, kimyasal silah kullanımına dair kanıtların toplanmasında ve yetkili makamlara ulaştırtılmasında aktif rol alan A.Z, bölgeye yapılan saldırıların yaralıların sahra hastanelerine ulaşmasını ve sivil savunma ekiplerinin müdahalesini engellemeyi amaçladığını belirterek, 'Kimyasal silah kullanıldığına dair tüm kanıtları yok etmek için mahalle ateşe veriliyor, tamamen dümdüz ediliyordu.' ifadelerine yer verdi.

'Bu zulüm tarihte eşi benzeri görülmemiş bir sistemdi'

Raporun en dikkat çeken bölümlerinden biri, rejimin işkence merkezi olarak kullandığı Sednaya Hapishanesi ve çeşitli güvenlik şubelerinde uzun süre tutulan mağdurların, maruz kaldıkları işkence yöntemlerini ayrıntılarıyla aktardıkları bölümü oluşturdu.

Özgür Suriye Ordusuna bilgi sızdırdığı iddiasıyla gözaltına alınan H.M, ifadesinde ilk üç ay boyunca yoğun işkence gördüğünü, Suriye kanunları gereği güvenlik şubesinde 90 günden fazla tutulamayacağı için her 90 günde bir yeniden 'giriş' işlemi yapılarak süresinin uzatıldığını belirtti.

Reşit olmadığı dönemde tutuklanan ve 24 yıldan fazla hapiste kalan M.A. ise kendisiyle birlikte gözaltına alınan 43 kişiden 36'sının idam edildiğini söyledi.

Dosyalarda suçlama bulunduğunda mahkemelerin sorgu bile yapmadan ceza verdiğini belirten M.A, 'Bazı mahkumlar işkence altında sahte itiraflarda bulunurdu. Birine 'Falancayı öldürdün mü?' diye sorulur, işkenceye dayanamadığı için suçu kabul ederdi. Sadece bir rüya gördüğü için idam edilen insanlar oldu. Bu zulüm tarihte eşi benzeri görülmemiş bir sistemdi.' dedi.

Raporda yaygın işkence türleri, bileklerden asma, eller ve ayaklar bağlanarak dövme, araba lastiği içinde işkence, işkence sandalyesi, makat işkencesi ve elektrik verme olarak sıralandı.

Elektrik kablolarıyla defalarca dövüldüğünü anlatan A.A, 'Yaklaşık 350 kere kabloyla vuruldum. Araba lastiğiyle işkence neredeyse her gün yapılıyordu. Asıl ağır işkenceler, güvenlik şubelerinde, kontrolün olmadığı yeraltı işkence merkezlerinde gerçekleşiyordu. Elektrik, sandalye, bileklerden kelepçelenerek asılma, suda boğma ve işkenceler yüzünden ölümler çok aşırıydı. Bulunduğum şubede günde 7-8 kişi ölürdü.' ifadelerini kullandı.

'Cesetler tuz odasında çürümeye bırakılıyordu'

Sednaya Hapishanesi'nde, orada uzun yıllar tutulmuş iki eski tutuklunun refakatiyle yapılan incelemede, idam alanlarında mahkumların birbirlerinin idamına tanıklık etmeye zorlandığı vurgulandı.

Sednaya tutuklusu A.A. raporda yer alan ifadesinde, 'İlk iki katta her gün üç-dört kişi idam edilirdi. Her gece zincir seslerini duyardık. İdamlar genelde 22.00-23.00 saatleri arasında olurdu. İple asma yaygındı. Damardan ilaç verilerek idam edilenlere de şahit olmuştuk.' dedi.

'Filistin Şubesi' olarak bilinen merkezde tutulan H.M. ise rapordaki ifadesinde, 'Bulunduğumuz yerde 'tuz odası' denilen bir bölüm vardı. Cesetler burada tutuluyordu. Toplu mezar yeri olmadığı için cesetler doğal çürümeye bırakılıyordu.' bilgisini verdi.

Mahkumlar karanlık hücrelerde çıplak halde tutuluyordu

Sednaya Hapishanesi'nde işkence görmüş eski mahkumlardan İ.H.L. ile işkencelerin yaşandığı hapishanede röportaj yapıldı.

Hapishaneye girişten itibaren yoğun şiddete maruz kaldıklarını anlatan İ.H.L, 19 kişinin dar ve karanlık bir hücrede tamamen çıplak tutulduğunu, günde bir kez verilen yemeğin kahve fincanı kadar bulgur ve çeyrek ekmekten ibaret olduğunu söyledi.

İ.H.L, yaklaşık iki yıl boyunca güneş görmeden kaldığını, sadece bir kere avluya çıkarıldığında 'beş dakika güneş yüzü gördüğünü' aktardı.

Hapishanenin tamamen işkence amacıyla tasarlandığını vurgulayan İ.H.L, en ufak sesin bile ağır dayakla cezalandırıldığını, namaz kılmanın bile ölüm sebebi olduğunu, hastalık ve yaralara hiçbir müdahale yapılmadığını, ölenlerin cesetlerinin sessizce hücrelerden çıkarıldığını kaydetti.

İ.H.L, kendisiyle aynı dönemde tutuklananların büyük bölümünün hayatını kaybettiğini, yalnızca 3 kişinin hayatta kaldığını ifade etti.

'Amaç delilleri tamamen yok etmekti'

Şam'daki Duma Mezarlığı'nda heyete bilgi veren A.Z'nin raporda yer alan ifadeleri de dikkat çekti.

A.Z, rejimin bölgeyi ele geçirdikten sonra mezarları kazdığını ve naaşları çıkararak bilinmeyen bir yere götürdüğünü belirterek, şunları aktardı:

'Suriye rejimi biz şehirden çıktıktan sonra geldi. Tüm kimyasal kurbanlarının ve diğer şehitlerin naaşları mezarlardan çıkarılıp bilinmeyen bir yere götürüldü. O naaşların nerede olduğunu bilmiyoruz. Amaç belliydi, soruşturma ekiplerinin 'Bu insanlar zehirli gazdan öldü' sonucuna varmasını sağlayacak her izi silmek, delilleri tamamen yok etmek.'

Raporda, Orta Doğu'nun en ağır insan hakları ihlallerini gerçekleştiren rejimlerinden biri olan Esed yönetiminin, 2011-2024 döneminde muhalefeti bastırmak ve ortadan kaldırmak için sistematik ve yaygın ihlallerde bulunduğu, ihlalleri gizlemeye çalıştığı vurgulandı.

Büyükelçi Yıldız: Sudan'da Türkiye, bu trajedinin giderilmesi için önemli rol alan aktörlerden biri
Büyükelçi Yıldız: Sudan'da Türkiye, bu trajedinin giderilmesi için önemli rol alan aktörlerden biri
İçeriği Görüntüle

Bu süreçte kimyasal silah kullanımı, zorla kaybetmeler, işkence, yargısız infazlar, toplu gömüler ve yerleşim alanlarının bilinçli olarak hedef alınması gibi ağır suçların işlendiği, tespit edilen fiillerin savaş suçu ve insanlığa karşı suç niteliği taşıdığı raporda delilleriyle ortaya konuldu.

Raporda, sorumluların uluslararası ve ulusal mekanizmalar yoluyla hesap vermesi gerektiği ifade edildi.

BM üyesi ülkelere ve Suriye yönetimine öneriler

Raporda, BM üyesi devletlere yönelik önerilerde, rejimin işlediği suçların faillerinin adalete teslim edilmesi, evrensel yargı yetkisine sahip ülkelerde adli süreçlerin başlatılması, BM ve OPCW tarafından doğrulanan kimyasal saldırıların sorumlularının soruşturulup kovuşturulması yer aldı.

Ayrıca Suriye'de yeniden inşa sürecinin hızlandırılması için uluslararası ambargoların ve yaptırımların kaldırılması, yeterli maddi kaynağın sağlanması, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti vakalarına ilişkin soruşturmaların bağımsız, tarafsız ve hızlı biçimde yürütülmesi gerektiği belirtildi.

Suriye yönetimine yönelik öneriler arasında ise ihlallere ilişkin delillerin toplanması ve korunması konusunda işbirliği yapılması, delil karartma ve imhasını önleyecek mekanizmaların işletilmesi, toplu mezarlar dahil kayıp kişilerin kimliklendirilmesine yönelik çalışmaların başlatılması, kayıplara dair kapsamlı bir veri tabanı oluşturulması ve mağdurların fiziksel-psikolojik rehabilitasyonu için bölgesel merkezler kurulması yer aldı.


Muhabir: Zehra Tekeci Eser

Kaynak: AA